Türkiye’de yargısal taciz

Cumhuriyet trial Caglayan courthouse

Image by Murat Bay/ Sendika.Org

Türkiye’de ifade özgürlüğüne yönelik baskılarının ardındaki hikayeler

Yargısal taciz: Devlet yetkililerinin sindirmek ya da susturmak amacıyla çoğunlukla gazeteci ve insan hakları savunucuları olmak üzere kişiler hakkında-yaşam düzenlerini sekteye uğratan, işlerini yapmalarını engelleyen uzun yargı süreçleri yürüterek-medeni kanun, ceza kanunu ve/veya idari kanun kapsamında tekrar tekrar iddia veya suçlamada bulunma uygulamasıdır. 

Türkiye’de uzun yıllardır saldırı altında olan ifade özgürlüğü alanında 2013’ten bu yana ciddi bir gerileme yaşanıyor. Türkiye Cumhuriyeti devletinin 2013’teki Gezi Parkı protestolarına gösterdiği tepki sivil toplum ve kamu otoriteleri arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası oldu. Ülkenin güneydoğusundaki çatışma ve 2015’de barış görüşmelerinin çökmesi ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası standartların gerektiği şekilde uygulanmadan “terör propagandası” suçlamasıyla yargılanan Kürt gazeteciler için de ciddi sonuçlara yol açtı. Ayrıca, Ocak 2016’da barış sürecine dönüş çağrısında bulunan bir bildiriyi imzaladıkları için yüzlerce akademisyen görevden alındı ve kamu görevinden ihraç edildi. 

Temmuz 2016 darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal dönemi hükümetin yargı, medya, sivil toplum ve akademiye yönelik daha fazla kısıtlama uygulamasına imkan sundu. “Terör propagandası” yaptıkları iddiasıyla en az 170 medya kuruluşu kapatıldı. Çok sayıda gazeteci “gösteri duruşmaları” biçiminde gerçekleştirilen yüksek profilli davalar kapsamında darbe veya terör suçlamalarıyla hapse atıldı. Bu tür davalar yetkilileri açıkça eleştirmenin tüm tehlikelerini göstermiştir.  2017’deki anayasa değişiklikleri, darbe girişimi sonrasında hâkim ve savcıların dörtte birinin görevden ihraç edilmesinin ardından yürütmenin yargı üzerinde denetimi sağlama durumunu arttırdı. Türkiye’deki yetkililer o tarihte bu yana, Covid-19 gibi konularda devlet politikasını eleştirenleri susturmaya ve çevrimiçi konuşmayı sansürlemek için daha fazla yetki elde etmeye çalışarak giderek daha otoriter bir biçimde davranıyor.

Resmi hükümet kaynaklarına göre yargılananlar ifadeleri veya gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yargılanmıyor. Hapisteki gazeteciler, insan hakları savunucuları ve politikacıların hepsi aslında “terörist”. Uluslararası toplumun Türkiye’nin ifadeleri nedeniyle kimsenin yargılanmamasını sağlamaya yönelik çağrıları bağımsız yargı süreçlerine müdahale olduğu gerekçesiyle reddedildi. ARTICLE 19 davaları izleyerek, davalar hakkında uzman hukuki görüşler hazırlayarak ve bu bilgileri uluslararası toplumla paylaşarak bu anlatıyı ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Dava profilleri

Türkiye’de ifade özgürlüğü nedeniyle kovuşturmaya uğrayanlar çoğu zaman birden fazla davanın açıldığı bir yargı tacizi modeline maruz kalıyor, çok sıklıkla da istatistiklerin gerisinde kayboluyor. Bu çalışmada bahse konu davaların ardındaki kişileri ve adaletsiz yargı sistemi ile baskıcı yasal düzenlemelere karşı mücadelelerinin ayrıntıları hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.


Ahmet Altan

Yazar ve gazeteci Ahmet Altan Nisan 2021’de tahliye edilene kadar hapiste dört yıl geçirdi.

Selahattin Demirtaş

Halkların Demokratik Partisi eski eş başkanı Kürt politikacı Selahattin Demirtaş Kasım 2016’dan beri cezaevinde.

Demirtaş davası (Yakında)

Isminaz Temel

Etkin Haber Ajansı (ETHA) editor İsminaz Temel Ekim 2017 ve Şubat 2019 tarihleri arasında 16 ay boyunca tutuklu yargılandı.

İsminaz Temel davası (Yakında)

Türkiye mevzuatı

Türkiye mevzuatında ifade özgürlüğüne ilişkin uluslararası standartları ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmeleri kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal eden bir dizi kanun maddesi vardır. Anayasa’nın 90. maddesine göre, “[…] Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Buna rağmen, iç hukuktaki bazı yasal hükümler düzenli olarak gazetecileri, yazarları hedef almak için kullanılmaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararları da dahil olmak üzere yüksek mahkeme kararlarına uyum konusunda da tutarsızlık görülmektedir. 

İfade özgürlüğü hakkına yönelik herhangi bir kısıtlamanın, Türkiye’nin ifade özgürlüğü hakkını garanti altına almasını şart koşan uluslararası insan hakları hukuku ile uyumlu olması için bu kısıtlamanın üç aşamalı katı bir testten geçmiş olması gerekir. Buna göre: 

  1. Kısıtlama kanunen öngörülmüş olmalıdır: Söz konusu kısıtlamanın temelinde, kamuya açık ve erişilebilir olan ve bireylerin davranışlarını buna göre düzenlemelerini sağlamasına yetecek bir hassasiyetle formüle edilmiş bir yasa olması gerektiği anlamına gelir.
  2. Kısıtlama meşru bir amaç taşımalıdır: Kısıtlama, başkalarının haklarını veya itibarını koruma veya kamu sağlığını veya ahlakını, ulusal güvenliği veya kamu düzenini koruma amacını taşımalıdır.
  3. Kısıtlama, gerekli ve orantılı olmalıdır: Kısıtlama demokratik bir toplumda gerekli olmalı ve hedeflenen meşru amaca ulaşmak için en az kısıtlayıcı araç olmalıdır.

ARTICLE 19 Türkiye’de sivil topluma karşı açılan davalarda en sık kullanılan hükümlerden bazılarını ve bahse konu hükümlerin uluslararası insan hakları hukuku ve standartlarına uygunluğunu analiz etmiştir.Bu liste, daha fazla kanun hükmü analizi eklemek ve Türk yasa ve uygulamasındaki değişiklikleri yansıtmak için düzenli olarak güncellenecektir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

Türk Ceza Kanunu

Terörle Mücadele Kanunu

3713 sayılı Kanun 3713 sayılı kanun, ‘terörizm’ teriminin son derece geniş bir yorumuna imkan vererek gazetecilerin ve diğer kişilerin, şiddeti veya nefreti kışkırtmayan ifadeleri temelinde yargılanmasına yol açıyor. Özellikle 1. Madde gerçekleştirilen fiillerin ölümcül veya başka bir şekilde ağır şiddet oluşturmasını gerektirmemektedir. Bu analiz BM Özel Raportörü Martin Scheinin’in 2006’da bu konuda yaptığı yorumlarla uyumludur. Raportör bahse konu hüküm “Türkiye’nin ‘siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik sistemini’ değiştirmek ve ‘Devletin otoritesini… zayıflatmak’ amacıyla olan her türlü “baskı, cebir ve şiddet, terör, yıldırma, sindirme” içeren her türlü eyleme uygulanabilir bir biçimde” olduğundan “Terörle Mücadele Kanunu, terör kavramının gereğinden fazla uygulanmasına imkan sunan bir biçimde hazırlanmıştır” gözleminde bulunmuştur. Raportör 3713 sayılı Kanunun kimin terör suçlusu olduğunu tanımlayan 2. maddesinde “kişinin ciddi bir şiddet suçu işlemiş olması şartının aranmasının gerekmediğini” de kaydetmiştir.

Bu madde analizleri ARTICLE 19 ve TLSP’nin Avrupa Konseyine yaptığı ortak “Rule 9.2” başvurusu temel alınarak hazırlanmıştır. Tam metin için: https://www.article19.org/wp-content/uploads/2020/03/Rule-9-Submission-Oner-and-Turk-ARTICLE-19-and-TLSP-FINAL.pdf

İlgili kaynaklar

Bu sayfa ve Türkçe çevirisi Avrupa Birliği’nin maddi desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla ARTICLE 19 sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği’nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.